YUVADAN ATILAN YAVRU KUŞ
Çocukken izlediğim bir çizgi film sahnesi var, hâlâ gözümün önünde. Flu bir görüntü… Yüksek bir yerde, ince dallardan yapılmış bir kuş yuvası. Anne kuş her gün uzaklara uçuyor, kıvrıla kıvrıla ilerleyen solucanları bulup getiriyor ve ağzıyla yavrularını besliyor. Bu ritüel birkaç kez tekrarlanıyor. Her izlediğimde içim ısınıyor… Ama sonra bir sahne geliyor ki, çocuk aklımla kabul edemiyorum: Anne kuş, o minicik yavrusunu bir gün yuvadan aşağı itiyor!
Çok kızıyordum her seferinde. “Bu nasıl bir anne?” diye kızardım. Kendimi o kuşun yerine koyar, annemin beni evden kovduğunu hayal eder, içim burkulur du. Oysa şimdi, bir evladım olunca anladım ki… O kuş aslında bir şey öğretiyor bize. Sevginin sadece korumakla sınırlı olmadığını.
Biz insanlar, çocuklarımız için her şeyi düşünüyoruz. Gözünü yakmayan şampuandan tut, en iyi eğitimi, sağlıklı yiyecekleri, en doğru kararları… Hatta çoğu zaman onlar adına yaşamaya başlıyoruz. Seçecekleri meslekten, kuracakları aileye kadar yön veriyoruz. Tüm bunları yaparken iyi niyetliyiz belki ama fark etmeden onların elinden en önemli şeyi alıyoruz: Deneyim hakkını.
Anne kuş yavrusunu yuvadan atarken aslında onu tehlikeye atmıyor; uçmayı öğrenmesini sağlıyor. Çünkü biliyor ki, o kuş o boşluğa bırakılmazsa kanatlarının gücünü asla keşfedemez. Biz ise hâlâ “Aman düşmesin, aman üzülmesin” diyerek, çocuklarımızı cam fanuslarda büyütüyoruz. Ve sonra kırk yaşına gelmiş ama hâlâ iş beğenmeyen, sorumluluk almaktan kaçan, hayatla baş etmeyi bilmeyen bireyler çıkıyor karşımıza.
Hayat, çizgi filmlerdeki gibi değil. Ne Marvel evreni kadar renkli, ne Pixar sahneleri kadar güvenli. Gerçek hayat; düşmeyi, kalkmayı, denemeyi, yanılmayı öğretir. Bizim görevimiz, çocuklarımızı hayattan izole etmek değil; onları bu hayatın içine adım adım hazırlamak.
Bazen bu, fırına gitmek kadar basit bir sorumlulukla başlar. Bazen kendi harçlığını çıkarmak, bazen evin masrafını anlamaya çalışmak… Yeter ki hayatla tanışsınlar. Yeter ki bir gün tek başlarına yürümeleri gerektiğinde, ayaklarının yer tuttuğunu hissetsinler.
Çünkü bazı gerçekler sadece anlatılarak değil, yaşanarak öğrenilir. Ve bazı uçuşlar, sadece o boşluğa bırakıldığında başlar.
Gerçekten sevmek, bazen yuvadan itmeyi de gerektirir. Çünkü korunan değil, kanatlanabilen evlat hayata hazır olur.
.jpeg)
.jpeg)
.jpeg)

İnsan zorlanmadan zorlanacağı şeylerde zorlanmaz hale gelemez
YanıtlaSilAilelerin buna göre hareket etmesi gerek
Zorlanmadan olmaz aileler bunu bilmeli
YanıtlaSilNe kadar çok yetiştirmek istediğimiz kişilere sorumlulukları ile orantılı bedeller ödetiriz o kadar iyi yetiştirme seçeneğimiz olur. Biz sözde korumak adı altında kıyamadığımız durumda bu çocuklarımıza marifet kazandırmadığı için kaybettiriyor.
YanıtlaSilBen çektim çocuğum çekmesin diyenlerin çoğu, çocuklarının dertlerini çekmek zorunda kaldılar. Hayat acımasız değil, adil. Ve yasalar üzerine ilerliyor.
YanıtlaSilYetiştirmek için dışardan bakabilmek nekadar önemli. Kolay olanı zorlaştıran bizleriz halbuki.
YanıtlaSilBazen hayatta bazı şeyler göründüğü gibi değildir. Kötülük olarak gördüğünüz şey o kişinin hayrınadır, iyilik olarak gördüğünüz şey ise o kişinin zararınadır.
YanıtlaSilÇok güzel söylemişsiniz, "korunan değil kanatlanabilen evlat hayata hazır olur" diye. Evlatlarımızı kanatlandırabilmemiz umuduyla, emeğinize sağlık...
YanıtlaSilKeşke hayvanların yavrularını nasıl yetiştirdiğini modelleyebilseydik...
YanıtlaSilSadece sabır ve doğru yönde çift taraflı bedelin hakkını vermek..çok fazla değişkeni olan bir denklem değil
YanıtlaSilUlkenin yarayan kanasina parmak basan bir yazı olmuş. Çoğu ebeveyn şuan çocuklarını prens yada prenses olarak yetiştiriyor. 25 yaşında ise girdiginde patron çay istediğinde soka giriyor. Ben prens degilmisim ama biraz geç oluyor . Evi konforlu bir hale çevirip evden dışarı çıkamıyoruz. Sonrada şikayet ediyoruz.
YanıtlaSil