Ana içeriğe atla

MERDİVENDEN İNERKEN VE ÇIKARKEN

MERDİVENDEN İNERKEN VE ÇIKARKEN

Merdivenlerden teker teker indi. Aslında hem biraz mutsuz hem de biraz mutluydu. Mutsuz olmasının sebebi arkadaşlarından uzak kalacak olması ve bir yıl daha beklemesiydi. Mutlu olmasının sebebi ise bir yıl daha çalışırsa istediği üniversiteye gidebileceğini biliyor olmasıydı. Kendinin zeki olduğuna inanıyordu, çalışsa yapardı. Ama kendi kendine sordu:

"Neden lise son sınıfta çalışmadım acaba? Mezun olduktan sonra daha rahat olacağıma mı güvendim?"

Ama istediği üniversiteyi bu yıl da kazanamasa bile, ailesi onun bir yıl daha hazırlanmasını kabul ederdi. O zaman bu sene ile lise son arasında ne fark kalırdı diye düşündü.

Kendi kendine çalışmak için motivasyon arama noktasına girdi. Aileme maddi yük olmak istemem diye düşündü, ama ailesinin maddi durumu iyiydi. Yok yok bu olmadı dedi. Arkadaşlarım üniversitelere gitti ben yalnız kaldım diyecekti ki, en samimi olduğu arkadaşıyla aynı dershaneye gidecekti. Yok bu da olmaz dedi. 

Ne yaparım da kendimi çalışmaya ikna ederim?

Ders çalışmak ona zulüm gibi de geliyordu bir yandan. Sevmesi gerektiğini bildiği bir şeyi sevmeye çalışan ama bir türlü başaramayan biri gibi hissetti kendini.

Aslında kapana kısıldığını düşünüyordu. Dersin başına oturuyor, çalışması gerektiğini biliyor; ancak saatlerce kalemle oynuyor, ahşap çalışma masasındaki minik çatlaklarla ilgileniyordu. Ne ders çalışıyor ne de rahat rahat zaman geçirebiliyordu. Arafta olmak böyle olmalı diye geçirdi içinden.

Ne tüketimi tüketim, ne de üretimi üretime benziyordu.

Yaklaşık bir buçuk ay böyle geçti. Dershanede girdiği sınavla birlikte son sıralardaki sınıfta yer alıyordu. Sınıftakilere bakınca yerinin burası olmadığını biliyor ancak onlar kadar bile çalışmıyordu. Deneme sınavları da pek iç açıcı sayılmazdı. Asıl haksızlığı kendisine ediyordu. Eğer gerçekten bulunduğu sınıftaki seviyede olduğunu düşünse içim o kadarda yanmaz dedi.  Bir yandan da neden çalışmayı sevmiyorum? Seven neden seviyor? Bir insan çalışmayı nasıl sever ki? Diye soruları kendisine soruyordu.

Mide rahatsızlıkları başlamıştı. Yapmayı düşündüğü şeyler ile yaptıkları arasındaki tutarsızlık vücuduna yansımaya başladı. On dokuz yaşındaki adamın saçı mı dökülür, mide rahatsızlığı mı olur diye hayıflandı. Aradan bir ay daha geçti, artık gerçekten bir karar vermesi gerektiği noktaya geldi. Dershanede konular anlatılmaya başlanmış, hatta biraz da birikmişti. Ya dizini kırıp çalışacak ya da bu saatten sonra olmaz deyip koyuverecekti.

Bir insan çalışmayı sevmeyebilir ama bu hayat her zaman sevdiğimiz şeyleri karşımıza çıkarmaz ki diye düşündü. Hem bir yıldan ne olur ki, ölmem ya, üniversiteye kendimi atınca yine yatarımın hayallerini kurdu. Nefret de etsem, dersin başına oturmalıyım dedi kendi kendine. Ve hakikaten de öyle oldu. İlk gün bir saat dersin başından kalkmadı. Artık çuvalı delmişti. Kalkınca da sınava şu an girsem kazanırım diye espri yapıp gülümsedi. Kafası patlayacakmış gibi hissetti. Yorgunlukla yatağa giderken az da olsa çalışmış olmam mutlaka daha iyidir diye düşündü.

Bir ay sonra artık masa başında bir saat çalışıp, on beş dakika moladan sonra bir saat daha çalışabilir hale gelmişti. Hala ders çalışmayı sevmiyordu, arkadaşlarıyla zaman geçirmeyi tercih ederdi; ancak artık o kadar zor gelmiyor, eskisi kadar sıkılmıyorum diye söylendi. Yine de alternatifim olsa ders çalışmam diye düşündü. Ancak kendini alternatifsiz bırakmayı seçen de kendisiydi.

Aradan bir ay daha geçti. Bu son ayın bazı günleri çok zorlanmıştı. Bazı günler kalemi duvara fırlatmış, odasına çekilip saatlerce, sokak lambasının ışığında nerdeyse yatay şekilde geçen, fırtınanın savurduğu yağmur damlalarını izlemişti. Bazı günler avazı çıkarcasına, boğazı yırtılırcasına bağırmak istedi, hatta evde kimse yokken denemişliği bile oldu. Bazı günler kâğıttaki mantık sorusu, ona o kadar mantıksız geliyordu ki, o soruyu yazana dakikalarca ağız dolusu saydırdı. Kendisini hedefe giden bir mermi gibi hissetti, ilerliyordu ama mermi o kadar sıcaktı ki, nerdeyse havada eriyecekti. Kendi kendine telkin verdi.  

‘’Geçecek hepsi geçecek, az daha sık dişini”

Doğruya doğru, o ruh halinden çıkıyordu.  Bir akşam çalışırken kendisindeki değişikliği fark etti bir anda. O an, o kadar kısa ama o kadar önemli bir andı onun için. Sanıyorum dedi, sanıyorum ki bu an önemli olmalı benim için. Yaklaşık olarak üç haftadır günde beş saat ders çalışıyordu, hiç sıkıldığını hissetmediğini hatırladı. Ama o kadar rutini olmuştu ki bu tempo, anca şimdi kendi bedeninden çıkıp üstten bakınca fark etti vaziyeti.

Yoksa dedi, ben gerçekten keyif mi alıyorum?

Hiç canım da sıkılmadı?

Hatta bazı günler eve erken gitsem de dersin başına bir an önce otursam diye kendime söylenmiştim. Acaba ben artık çalışmaktan keyif mi alıyorum? Bu soruya verilecek cevap belki bir saniyesini alacakken, kazanımının bir ömür taşınabilecek bir hazine olduğunu çok sonra anlayacaktı. Evet dedi, ben gerçekten ders çalışmaktan keyif alıyorum, bunu yaparken mutluyum. Ama bu farklı bir keyif, dedi kendi kendine. Gece üçe kadar vakit geçirdiği zamanlar da keyif almıştı, ancak bu ikisi farklı gibi geliyordu. O zamanları, ders çıkışı gittiği internet kafelerdeki anılarına benzetiyordu. Anda çok keyifliydi. Saatin nasıl geçtiğini anlamazdı. İnsanın burnunu sızlatacak kadar ağır sigara kokan, daracık, havasız, düzgün güneş almayan bir yerde saatlerce otururdu. Oradan çıkınca da başı sanki elli kiloymuş gibi gelirdi. Sanki biraz önceki keyif gitmişcesine yerine baş ağrısı ve yorgunluk gelirdi. Oysa top oynadığı zamanları düşündü ya da yürüyüş yaptığı anları. Bedeni yorulsa bile bir duş alınca kendini daha zinde hissederdi. "Bu!" dedi, buna benziyor…

Ve daha çok çalıştı. Çalıştıkça algıladığı tat daha da pekişti. Ara sıra dersten uzaklaşıp kafasını dağıtsa da bu hem çok az oluyor hem de daha iyi üretebilmek için ara vermesi gerektiğini düşünüyordu.

Azim, dedi; bu olsa gerek. Yaptığı işe odaklıydı. Yaptığı işten keyif alıyordu. Dershanedeki sınıfları da seviyesine uygun olarak teker teker atladı. Yetiştiremediği deneme sınavları, artık artan zaman yüzünden erken çıktığı denemeler haline gelmişti.

Sınav günü geldi çattı. Çok çalışmıştı, kendinden değil, yaptıklarından emindi. Sınavın iyi geçmesini umuyordu, biraz heyecan da vardı tabi. Anne babasını öpüp okulun kapısından girdi. Merdivenlerden çıkıp sınıfa doğru ilerlerken aklına bir şey düştü. Aslında kazandım dedi kendine. Belki sınavda heyecandan yapamam, belki başka bir şey olur bilemiyorum, sonu ne olur bilemiyorum. Ama bildiği bir şey varsa, ben vazgeçmeden, azimle çalıştım. Sevmem gereken ama sevemediğim şeyden keyif alır hale geldim. Ve artık şundan eminim dedi, hayatın ona getirdiği zorluklar karşısında, ödeyeceği bedellerden keyif alırsa, bu sınavdan kalsa bir sonrakinden daha iyi geçecekti.

Bismillah diyerek sınıfın kapısından içeri girdi…



Yorumlar

  1. Hayatımızda hiç birşey sonsuza kadar gitmiyor.. Anlık sıkılmalarımızda hi geçmeyecek gibi gözüksede sonu var ve zannettiğimizden de yakın.. En keyif almadığımız ders bile keyifli hale geliyor.. Kaleminize sağlık.. Hepimizin hayatına dokunduğunuz için..

    YanıtlaSil
  2. Hiç bir sıkıntının sürekli olmadığını anlatan çok değerli bir yazı olmuş. Elinize emeğinize sağlık.🙏

    YanıtlaSil
  3. Gerçek eylemler insana tatmin edici süreçlerden geçiriyor. Güzel ✍️👍

    YanıtlaSil
  4. Her insanın başarıya giden yollarda sevmediği bölümleri geçmesi gerekiyor. Sevmediği bölümlerin nasıl sever hale geleceğini anlatan güzel bir yazı..
    Ellerinize sağlık..
    Başarılar..

    YanıtlaSil
  5. Okurken çok keyif aldığım bir yazı olmuş. Tavsiye olunur :D

    YanıtlaSil
  6. Azim.. Ne kadar da hayatımızda unuttuğumuz bir kavram oldu.. Hep hırsla karıştırır olduk..

    YanıtlaSil
  7. Insan nasil ders calismaktan keyif hale gelir, guzel bir surec anlatimi

    YanıtlaSil
  8. Ne güzel özetlemişsiniz lise zamanlarımızı. Farkında olmadan yaptığımız doğrularımızı ve yanlışlarımızı…

    YanıtlaSil
  9. Her öğrencinin okuması ve gerçekten fayda vermek isteyen her eğitimcinin uygulatması gereken bilgileri aktaran bir yazı. Azim nedir ve neden azimli olmak gerekir..

    YanıtlaSil
  10. Çalıştıkça çalışmaktan tat almak, eğer bunu yapabilirsek yaşamımızdan tat almaya da başlıyoruz. Ama herşey gibi bunun başlangıcı da zor değil mi?

    YanıtlaSil
  11. Kişinin görevlerini hayata geçirdiktikten sonra, rahatlamışlık hissi. İnsanoğlunun çok önemli bir kusuru çok güzel işlenmiş bu yazıda. Teşekkürler 🙏

    YanıtlaSil
  12. İnişte zor çıkışta. Bu zorlukları kolay etmenin yollarını sıraladığınız bu tespitler için teşekkürler.

    YanıtlaSil
  13. İnişler çıkışlar... bir şeylerin farkında olmamızı sağlayanlara selam olsun.

    YanıtlaSil
  14. Ne güzel yazıyorsunuz, teşekkürler

    YanıtlaSil
  15. Her bir satır anlamlı doğru algılayana
    Teşekkürler 👏🏻

    YanıtlaSil
  16. Azmin hikayesi...

    YanıtlaSil
  17. Güner Tozkoparan23 Nisan 2024 21:32

    İnsan emek verdiği şeyi sever hale geliyor.

    YanıtlaSil
  18. Insan bedel ödedigine düskünlersir… her zorun arkasina bi kolaylik gelir buda bilenlere. Bilmeyenler karambole devam gitmeye calisir…

    YanıtlaSil
  19. Azim ve bedel dipdibe ayrılmaz ikiz kardeşler gibi. Doğru hedef ve doğru bedeller...

    YanıtlaSil
  20. Insan belirli sure cektigi acinin surekli olacagini dusunur aciyi cekerken…
    Ama bunun basladiysa bitecegini bilmesi cok rahatlatici… tesekkurler…

    YanıtlaSil
  21. Hayat her zaman sevdiğimiz şeyleri karşımıza çıkarmıyor ama biz ne yapabiliriz onu bilmek gerekiyor. En yapılabilirden başlayıp sonrasını keyif alabilir hale getirmek aynı zamanda başarının kilidini açmak gibi.

    YanıtlaSil
  22. Hayatta hiç bir şey kalıcı değil sen süreçten keyif almaya bak sıkıntılar hep geliyor hemen geçsin istiyorum ama yenisi gelecek

    YanıtlaSil
  23. Netlik önemli bu hayatta kararlı olmayan ilerleyemez her döngüde dahada geriler. Emeğinize sağlık.

    YanıtlaSil
  24. Okurken eğlenerek okuduğum ve gerçekten işin bedelinden keyif alınca çok samimi anıların biriktiğini hatırlatan bir yazı teşekkür ederim

    YanıtlaSil
  25. En sevilmeyen nasıl sevilir, elinize sağlık

    YanıtlaSil

Yorum Gönder