KIRMIZI AYAKKABILAR
Odayı kızarmış ekmek kokusu sardı, güğümden ‘’Hadi kalkın!’’
dercesine ince bir ıslık çalıyordu. Üstündeki yorganın kendi kadar ağır
olduğunu düşündü ama uykusu hem yorgandan hem de kendisinden ağırdı. Ama olsun;
çünkü sofra gelmiş, ekmeklere tereyağı sürülmüş, çay sobanın üstüne gelmişti. Ancak
sofrayı kurmak için Elif’in yatağının kaldırılması gerekiyordu. İki tane ablası
kanepelerde yattığı ve evin en küçüğü o olduğu için yer döşeği ona kalmıştı.
Soba kurulan tek oda, oturma odasıydı. Bu üç kardeşe ait bir oda daha vardı,
ancak kış geldiğinde kendi odaları çok soğuk olduğu için oturma odasında uyuyorlardı.
Yatak odasında soba yoktu, elektrikli battaniye kullanırlardı. Anne ve babalar
galiba daha az üşür diye düşünürdü Elif.
Sabahları odadan çıkmak zordu. Yattıkları oda ne kadar
sıcaksa, tuvalet banyo da o kadar soğuktu. Sıcak su için şofbenin yakılması lazımdı,
su ise bıçak gibiydi. Ancak yapacak bir şey de yok denebilirdi. Yatağından
doğruldu, okula gitmek için hazırlanıp sofraya oturdu. Kahvaltıyı çok sevdiği
söylenebilirdi Elif’in. Yediklerinden çok ailesiyle olması ona çok sevimli gelirdi.
Belki sıradan şeyler vardı kahvaltıda; beyaz peynir, siyah zeytin, kızarmış
ekmeğe sürülmüş biraz yağ, bazı sabahlar yumurta… Ayda bir pazar sucuk pişerdi.
Ama kuru ekmekle çay bile güzeldi. Ev soğuktu ama yuvası sıcaktı. Birazdan iki
ablasıyla beraber evden çıkacaktı okula gitmek için, babası çıkmıştı bile.
Annesi evde örgü örüp, el emeğini satardı. Akmasa da damlardı yine de.
Oturdukları bölge, göçmen mahallesiydi. Zamanında göçüp
buraya yerleşmişti dedesi, babası da o zamanlar 14-15 yaşlarındaydı. Bütün
göçmenler varını yoğunu bırakıp savaş sonrası buraya göçmüşlerdi. Çok zorluk
çekmişler, ancak bu zorluk sebebiyle tüm mahalle birbirine kenetlenmiş gibiydi.
Buraya göçüp geldiklerinde herkes önce derme çatma bir
baraka yapmıştı kendine. Sonra gündüzleri işe gidip, gece karanlığı çökmeden kendi
evlerini yapmaya başlamışlardı. Bu sebeple tüm mahalle tek katlı evlerle
doluydu. İnsanlar sadece kendi evlerini yapmazlardı, bugün bize yardıma gelene
biz gideriz, yarın da bir başkasına diye düşünürdü herkes.
İşte bu bedel, sanki koca mahallenin tek bir hane gibi
birlik olmasını sağlıyordu. Mahalle fakir sayılmasa da kesinlikle orta sınıf da
değillerdi. Ancak çalışmada beraberlikleri, ekonomik durumda da benzer olunca;
bu garibanlık adama koymuyordu. Ben fakirsem, yan komşum da ben gibiydi.
Oturdukları bu mahalleyi zamanında göçmen gelenlere devlet vermişti. Her ne
kadar zengin olmasalar da yakın zamanda değerlenmesi umulan bir muhitti.
Eliflerin oturdukları sokağın en sonunda Mehmet Amca
oturuyordu. Karısı ölmüş, çocukları ise ya şehrin merkezinde ya da başka
illerdeydi. Tüm mahalle Mehmet Amcaya yardım ederdi. Kocaman bir portakal
bahçesi vardı, tüm çocuklar oraya gelir hem yer hem de oyun oynarlardı.
Nitekim ölüm Mehmet Amcaya da geldi çattı. Herkes çok üzülse
de bir laf vardı. ‘’Ölüm hak, miras helal.’’ Tarla çocuklar arasında
paylaşıldı. Sonra iki sene ne gelen oldu ne giden, ağaçların çoğu kurudu. Bir
gün mahalleye iş makineleri geldi. Orada ne vardıysa; artık yoktu, dümdüz
olmuştu. Derken arsanın etrafına yüksek metal çitler çekildi ve hummalı bir
çalışma başladı.
Bu geçen iki yılda Elif 5. sınıfa geçmişti. İnşaat da bitti
bitiyordu. Artık mahallenin havası biraz değişmeye başlamıştı. Büyükçe bir ev
yapıyorlardı. Adına rezidans deniyordu, ancak Elif neden eve isim verildiğini
anlamamıştı, hem illa isim verilecekse daha güzel ad mı yok diye düşündü.
Sokaklarından büyükçe arabalar geçmekteydi ve Elif eğer tankın ne olduğunu
bilmese, bu arabaların tank olduğuna yemin edebilirdi. O arabalardan o kadar
güzel giyimli kadınlar ve adamlar iniyordu ki, daha önce hiç böyle giyinen
görmemişti.
Aslında ne olduysa, bina yapılıp insanlar taşındıktan iki ay
sonra küçük küçük değişimlerle başladı. Ancak bir yıl sonrası rezidans yapılmadan
önceki halinden çok farklı denebilirdi. Mahallede daha öncekinden daha farklı
bir hava vardı.
İnsanların önce giysileri değişmeye başladı.
Kıt kanaat
geçinen insanlar asgari şeylerden kısıp keyfi şeylere para verir olmuştu. Bakkala
borcu olan eline para geçince önce borcunu ödemek yerine ayakkabısını
değiştirmenin derdine düştü. Yıllardır içinde bulundukları evleri artık çirkin
gelmeye başladı. Mahallede nerdeyse herkes evini boyatmaya başlamıştı, aslında
daha eskimeyen boyaların üzerine. Ama ilk başta o kadar da büyümemişti bu
durum.
Zaman ilerledikçe sıkıntılar daha da büyümeye başladı. Çocuklar
daha dün mutlu oldukları yuvalarında artık hoşnut değillerdi. Erkekler kimi
kredi çekerek kimi ikinci bir işe girerek araba değiştirme derdine düştü.
Parası yetmeyen de modifiye yaptırmaya gidiyordu sanayiye. Elif arabalarının
değiştiğine seviniyordu ancak artık babası nerdeyse eve gelmiyor denebilirdi.
Artık gecenin bir bölümünde taksiye çıkıyordu çünkü alınan kredilerin geri ödenmesinin
şakaya gelmeyecek bir durum olduğunu babasının ahvalinden sezmişti. Eskiden
okuldan gelince annesiyle mahallede gezintiye çıkardı. Şimdi ise annesi ya daha
fazla örgü örüyor ya da mahalleden kadınlarla daha fazla vakit geçiriyordu.
Sanki mahalle değişti,
İnsanlar artık o kadar güler yüzlü
değildi. Herkesin çok ciddi dertleri var galiba diye düşünmüştü Elif.
Birbirlerine karşı ne sabırlı ne de anlayışlıydılar. Komşunun bahçesine tavuğun
girmesi yüzünden küsen aileler oldu. Oysa ne gariptir ki bu insanlar evlerini
birlikte inşa edecek kadar samimiydiler. Elif bu olan biteni anlamaya çalışsa
da bu durum ona çok karmaşık geliyordu. Ama onun da bu hissiyatla tanışması çok
uzun sürmeyecekti.
Okulun yolu yeni binanın önünden geçiyordu. Bir devlet
okuluydu, sınıflar yaklaşık 30 kişilikti. Okula gitmek için 25 dakika kadar
yürümesi gerekir, ablalarıyla beraber oyun oynaya oynaya giderdi. Yağmurlu
günlerde babası bırakırdı. Hava açıkken onlar yürür baba da bisiklet
kullanırdı. Bir gün rezidansın önünden geçerken kocaman beyaz bir araç
önlerinde durdu. Kapı kendiliğinden açıldı. Kendiliğinden açılan kapıları
bayram alışverişi için gittikleri AVM’de görmüştü.
Önce şaşırdı, bir servis aracında bunu görmeyi beklemiyordu.
Derken bir de alttan basamak çıktı. Basamağı görünce şaşkınlıktan gülümsedi. Rezidansın
kapıları açıldı, 4 tane çocuk belirdi servise binmek üzere. Yanlarında ya
anneleri olduğunu sandığı ya da hemşire gibi giyinmiş birtakım kadınlar vardı.
Daha da ilginci ise onların servise güvenli bir şekilde binmesini sağlamak için
servisten bir kadın daha indi.
Okula yürüyor olmak o gün ilk defa sadece ayaklarını değil,
kalbini de acıtmıştı. Yıllardır mahallenin bütün çocukları okula yürüyerek
gider gelirdi. Oysaki ne değişmişti de böyle hissetmişti.
İçlerinden bir kız çocuğu dikkatini çekti. Sarışın olanı
kendine benzetti, yaşları yakın denebilirdi. Ancak dikkatini çeken saçlarından
çok ayakkabıları oldu. Cam kadar parlak kıpkırmızı bir ayakkabı vardı ayağında.
Bir an hiç böyle bir ayakkabım oldu mu diye düşündü. Hem ablalarına hem de Elif’e
sadece Ramazan Bayramı’nda yeni ayakkabı alınırdı. Bir de babası yılda bir defa
ikramiye alırsa. Ablalarının eskileri komşunun kızına, onun eskileri de Elif’e
gelirdi. Hiç üzülmemişti bu duruma ta ki servise binen kızın ayakkabılarını
görünceye kadar. Elif böyle hissediyor, bu hissin önüne geçmek istese de
başaramıyor ve bundan da utanç duyuyordu. İlkokul 5. sınıfa giden bir kızın
neden böyle hissettiğini anlaması çok güçtü.
Peki gerçekten neden düne kadar problem olmayan şeyler neden
bugün mahallelinin hayatındaki büyük bir probleme dönüştü?
Ne değişti?
Kazandıkları para mı?
Yedikleri yemekler mi?
Oturdukları evler mi?
Kültürleri mi?
Aileleri mi?
Sahi yeni yapılan rezidanstan başka ne değişti ki mahallede?
Yollar da aynıydı, yollardan yürüyenler de. Bakkal da aynıydı, sattıkları da.
Değişen neydi ki bu hayattan beklentilerinden ve normallerinden
başka?
Mutluluğun tanımı nedir?
Umduğumuz bulduğumuzdan farklıysa mı tepki veririz?
Beklenti nedir?
Değişen şeyler sadece şartlar değil, insanın kıyası değişince ve bu kıyas sınırlarının dışında olunca, teraziyi dengede tutmak zor olsa gerek.
YanıtlaSilelinize sağlık...
YanıtlaSil👍🏻
YanıtlaSilEllerinize sağlık, çok güzel bir konuya değinmişsiniz. İnsan hep kıyaslamalarla hayatına yön veriyor. Başkasında olan bende olmalı ve bunu yapamadığında kendini zayıf hşsseder. Çocuklarına karşı, ailesine karşı mahçup olmamak için kendini zorlamaya başlar, daha çok çalışır.bunun sonucu eski mutluluğu elden gider. Artık çocuklarına vakit ayıramaz olur.
YanıtlaSilİnsan çevresinden çok etkileniyor maalesef.
Güzel bir yazı olmuş
YanıtlaSilÇok güzel bir yazı 👏🏻👏🏻
YanıtlaSil👍🏻👍🏻
YanıtlaSilDevamını bekliyoruz böyle güzel yazıların 🙏🏻
YanıtlaSilHarika bir örnek gerçek hayattan bir kare
YanıtlaSilNe kadar da acı ve gerçekler... Yüreğinize sağlık
YanıtlaSilSadece ne kazanacağina odaklandığı da, neleri kaybedeceğini göremiyor insan.
YanıtlaSilElinize sağlık, sade ve net bir anlatım
YanıtlaSil👍🏻👍🏻
YanıtlaSilOlumsuz yönde değişim neden olur, çok güzel özetlenmiş
YanıtlaSilDeğerli anlatım için teşekkürler
YanıtlaSilçok güzel
YanıtlaSilNe güzel bir yazı. Nasıl bu hale geldik çok iyi anlatılmış. Kıyaslarımızın gerçeğe göre düzelmesi ümidiyle...
YanıtlaSil-kadir
👍😊
YanıtlaSilElinize sağlık
YanıtlaSilBeğenerek takip ediyorum, çok kıymetli bilgiler 👏
YanıtlaSilÇok şey hatırlattı her bir satırı. Kaleminize sağlık.
YanıtlaSilSadece bedeline odaklanıyor olmak ne kadar kıymetli
YanıtlaSilİnsan ne garip bir canlı oysaki, karşılığı verilmeyecek olanı dahi isteyecek kadar yanılgıya düşebiliyor
Bilinçli bir şekilde insanların kıyaslarını değiştirdiler ve mutsuzluğa mahkum edip eski günlerin özlemi oluştu. Çok güzel bir yazı.
YanıtlaSilİnsan umduğundan azını bulduğunda mutlu olamıyor hayatta. Çünkü hep tahsilatla ilgileniyor hep sonuca bakıyor. Başkalarınında sonucuna bakıyor, bu yüzden mutlu olamıyor hayatta.
YanıtlaSilElinize sağlık. Okuyanlara teması olur inş'Allah.
YanıtlaSiloldugumuz yerde mutluyduk, hep daha fazlasini istedik ve hep daha mutsuz hayatlarimiz oldu
YanıtlaSilBeklentilerimizi ne kadar önemsiyoruz ne kadar üstüne düşünebiliyoruz
YanıtlaSilinsanın beklentilerini nereye koyduğu hangi sorunlarıda yaşayacağını seçtiği yerdir. onun için beklentisin düşük tutki problemlerin çözülebilir seviyede olsun.
YanıtlaSilKıyaslar değişince problemin tanımı değişir. İnsan kıyaslayınca kendini yetersiz hissetmeye başlar. Gereksiz şeyleri arzular. Bu da onu mutsuz kılmaya yeter. Ne olduda herşey birden değişti. Kendimize artık yeni bir kader planı oluşturmaya başladık. İstekler arttıkça problemlerin sonu gelmez.
YanıtlaSilKıyaslarımızı kendi dünümüze koymadığımızda işin sonucunda hiçde mutllu olamayacağımız yerlerde bulabiliyoruz kendimizi.
YanıtlaSilİnsanların hayatları değil beklentileri değişince mutluluk değişiyor
YanıtlaSilMutluluk umduğumuz ve gerçekleien arasındaki fark o zaman.
YanıtlaSilBu sayfadaki yazıları severek okuyorum ama bu biraz uzun olmuş...
YanıtlaSil