Kendini çok şanslı hissediyordu o gün. İş yerini açmasına az kalmış ve tam da zamanında istediği elemanı bulmuştu. Hem de yakın arkadaşı Sinan'ın abisiydi O. Küçüklüğünden beri tanırdı Mustafa abisini. Çok ilgilenirdi kendisiyle, bu yüzden çok severdi O’nu. Artık Mustafa Bey demek çok da kolay olmayacaktı Tarık için. Üç ay önce Mustafa işten çıkarılmıştı. Halbuki yılların ustasıydı ama işyeri niçin bırakmıştı ki böyle kalifiye bir elemanı, diye geçirdi içinden. Gerçi kendisi çok daha iyi tanıyordu O’nu.
Akşam oldu ve bir kafede buluştular. “Şartları konuşmadan önce namazımızı kılalım”dedi Mustafa. “ İşte kafama göre bir eleman hem işinde çok iyi hem de abdestli namazlı.” dedi Tarık, içinden. Gecenin sonunda her konuda anlaşmışlar ve oradan ayrılmışlardı.
Dükkanın açılmasına bir hafta kala özel numaradan bir telefon geldi. Tarık telefonu açtığında karşıdaki ses, bir elemanla anlaşmışsın sakın onu alma, sana çok zarar verir, dedi ve telefonu kapattı.
Aradan birkaç gün geçmişti ki düzenlemek için dükkanı açtığında kapının altından atıldığı belli olan bir zarf gördü. Zarfın içindeki mektup telefondakine benzer ifadelerle doluydu ve altında “bir dost” rumuzu ile bitiyordu. Tarık'ın kafası iyice karışmıştı ve bu konuyu O‘nunla görüşmesinin zamanı gelmişti. Konuyu açtığında, meyvesi olan ağaç taşlanır, benim çok müşterim var sana çok katkı vereceğim için rakipler benim seninle çalışmamı istemiyorlar, çok para kazanacağız çok, dedi Mustafa. Bu sözler Tarık'ı ikna etmeye yetmişti.
Dükkanın açılışına üç gün kala sipariş verdikleri ürünleri beklerken bir telefon geldi ve telefonun öbür ucunda depo müdürü vardı. “ Beyefendi siz 5 taksitte ödemek için sipariş vermiştiniz ama şartlarımız şu an değişti, taksit yapamayacağız. Sadece peşin olursa siparişinizi onaylayabiliriz.” dedi. Bu nasıl olurdu? Kendisinin o kadar nakdi yoktu ki. Daha düne kadar mal satmak için yalvaran müdür şu an satmamak için elinden gelen her şeyi yapıyordu. Buna anlam veremiyordu. Neyse ki bir iki büyük depo daha vardı, olmazsa onlarla konuşurdu. Öyle de yaptı ancak onların tavırları da bundan çok farklı değildi, açılışa iki gün kalmış ve hâlâ ortada ürün yoktu. Mecburen şartları kötünün iyisi olan bir firma ile anlaştı. Maddi olarak zorlanacağı belliydi ama başka çaresi de yoktu. Firmaların kendisine böyle yaklaşmalarının sebebini öğrenmeliydi. O firmalarla iş yapan arkadaşına konuyu anlattı. Murat o firmaların üst düzey yetkilileri ile samimiydi. Senin için olayın iç yüzünü öğrenirim, dedi. Birkaç gün sonra beklediği cevap gelmişti. Firmaların Mustafa'nın hem kendilerine hem de çalıştığı işyerine zarar vereceğinden dolayı ürün göndermek istemediklerini hatta bu piyasada lakabının ‘Kefere Mustafa’ olduğunu öğrendi. Kefere, kafir demekti. Bu kadar ağır bir lakap aldığına göre herkesçe bilinen mimli biriydi belli ki ama yapacak bir şey de yoktu. Bu saatten sonra elemanda bulamazdı. O‘nu işe başlatıp öyle denetlemeyi tercih etti.
Şartlar zorlasa da açabilmişti dükkanı sonunda. Mustafa söylediği gibi çok müşteri getiriyordu dükkana, çevresi de gayet fazlaydı, bu Tarık'ı da çok etkilemişti. İyi ki söylenenlere inanmadım, diye düşündü. Bir kusuru vardı namazlarına o kadar da dikkat etmiyordu. İlk görüştüklerinde çok hassastı namaz konusunda halbuki.
Bir gün bilgisayar dükkanı olan yan komşusuna hırsız girdi. Tarık'ın dükkanında da yeni yaka olduğu için hâlâ kamera yoktu. Duyduğu bu olay kendisine bir işaret olmalıydı. Bunun üzerine kamera taktırmaya karar verdi fakat buna en çok alınan ve itiraz eden Mustafa olmuştu. ‘’Bize güvenmiyor musun?’’ diye sitem etti. Halbuki, Tarık’ın hiç öyle bir düşüncesi yoktu. Çok da güveniyordu Mustafa abisine O’nun için söylenenlerin aksine.
İnsanlar çok sevdikleri, bağımlı oldukları veya kendisine görünüşte çok faydası olan kişilere, olumsuzlukları, kötülükleri pek yakıştırmazlar. Hayat pek çok işaret göndermesine rağmen kişiler bu işaretleri görmemezlikten gelir.
Öncesinde birçok işaret gelmesine rağmen Tarık da gerek sevdiği için gerek de menfaati için o işaretleri görmüyor daha doğrusu görmek istemiyordu. Aradan 1 yıl geçmişti ki işyerinin gelir gider tablosunda sıkıntılar yüz göstermeye başladı. Önceleri çok iyi giden mali tablo son aylarda bozulmaya başlamış ve açık verir hale gelmişti. Halbuki müşteri sayısında ve maliyetlerde herhangi bir değişiklik yoktu. Bu açığın bir sebebi olmalıydı.
Tarık da işte ustalaşmaya başlamıştı artık. İşi öğrendikçe de Mustafa'nın bazı falsolarını görmeye başladı. Geriye dönük araştırma yaptığında devletle yaptıkları bazı işlerde usulsüzlük yaptığını fark etti. Bunu kendisine uygun bir dille sordu fakat karşılığında o tanıdığı Mustafa abisi gitmiş, kendisini aba altından sopa gösterir şekilde tehdit eden çirkef biri gelmişti. Sonuçta her şeyin altında kendi imzası vardı. Mustafa'nın hiçbir sorumluluğu yoktu. O da bunu çok iyi biliyor, kendisini işten çıkarırsa onu şikayet edeceğini ima ediyordu. Bir şey bulmalıydı ve onu bir bahane ile işten çıkarmalıydı.
Bir gün yanına Mustafa'nın sık sık gittiği çaycı geldi. “Abi haberin var mı bilmiyorum ama senin eleman gün içerisinde buraya bir poşet gönderiyor çıkışta da buradan alıp gidiyor” sözleri karşısında oturduğu yere yığılıp kalmıştı Tarık. Ne kadar şüphelense de yine de yakıştıramıyordu Mustafa abisine. Gerçekle yüzleşmek ağır gelmişti ona. Neden bu kadar zarar ettiğinin sebebi de belli olmuştu.
Halbuki hayat Tarık’a birçok işaretini göndermişti. Bu kadar kalifiye bir eleman eğer iyiyse nasıl üç ay boş kalırdı ve rakipleri onu ondan önce almazdı ki. Bunları şimdi düşündüğünde anlayabiliyordu. Kendisini ilk etapta tavlamak için namaz kılması, kamera takılınca itiraz etmesi, firmaların sırf bunun için mal vermemesi, gelen telefonlar, mektuplar aslında birer işaret değil miydi? Garip ama görmek istemiyordu bazen insanoğlu görmesi gerekenleri işte.
Tarık Mustafa'nın hırsızlığını kamera görüntüsüyle ispatlamalıydı. Ancak bu şekilde onun kendisini tehdit etmesinden kurtulabilirdi. Bir gün özellikle işim var öğleden sonra geleceğim dedi Mustafa'ya ve kameradan izlemeye başladı. Aynen beklediği gibi Mustafa bir poşet ürünü alıp yine çaycıya bırakmıştı. Tarık, çaycının yanındaki dükkandan Mustafa'nın oraya poşetle girdiği kamera görüntülerini de aldı. Akşam olduğunda dükkan kapanmadan önce Mustafa'ya, “bekle konuşmamız lazım” dedi. Elindeki kamera görüntülerini ona gösterdi. ‘’Bu konuda ne düşünüyorsun?’’ dedi Tarık. Aslında içten içe hâlâ bunun doğru olmamasını ve Mustafa’ nın mantıklı bir açıklama yapmasını istiyordu Tarık. Fakat Mustafa'nın sözleri karşısında yıkılmıştı adeta: “Yorum yok.”
İnsanlar bulut olmadan yağmur yağdı bir anda ıslandım diyor ama aslında bardak dolana kadar olayı göremediği için bardağı taşıran son damlada anlıyor neyin ne olduğunu.
YanıtlaSilvay kefere vay :D
YanıtlaSilİnsanoğlu bazen kendisine gösterilen hatta gözüne sokulan gerçekleri, işaretleri göremez daha doğrusu görmek istemez. Bu çok güzel şekilde işlenmiş
YanıtlaSilİşaretleri görebilmek için nasılsın bir strateji izlememiz gerekir?
YanıtlaSilİnsanın isteği fazla olduğunda bilinci kapanıyor maalesef. Yeni bir dükkan sahibi olma isteği karşısındaki insanın kötülüklerini görmeyi ve işaretleri okumayı engelliyor.
YanıtlaSilİnsan oğlunun hiç değişmeyen öykülerinden, gerçeği bilmeden insanı tanımak imkansız.
YanıtlaSilNeden insan sevdiklerinin hatalarını göremiyor ki? Onlara yanlışı yakıştıramıyor? Onlar da herkes gibi hata yapabilir olduğu halde...
YanıtlaSilÖngörülü olabilmek….! Ayak izlerini görebilmek….! , söyleyeni yada söylenene değil de arkasındakini anlamaya çalışmak önemli olan .
YanıtlaSilİrdelemesini iyi yapmazsa insan kendi kendine çok zarar verebilir, neden böyle bir iş bana verilsin, beden o kişi ban bunu söylesin, neden bu adam bu kadar iyiyse şuan boşta bunların herbirini iyi düşünmek ve sebep sonuç ilişkisine dikkat ederek hareket etmek, madem bu kızla birlikte olmak bu kadar keyifli neden ondan daha güzeliyle beraber olan adam mutlu değil?
YanıtlaSilİşaretler bazen az belirgin bazen de çok belirgin geliyor ama görmek bize kalıyor. İlk tanıştığı anda verdiği izlenimin doğruluğunu test etseydi ve kulağını söylenenlere kapamasaydı muhtemelen daha erken gerçeği fark edebilecekti Tarık. Hayatın verdiği iz ve işaretleri okumak ne kadar değerliymiş meğer.
YanıtlaSilbir kişinin bir amaca ya da arzuya aşırı derecede odaklanması sonucunda, etrafındaki önemli detayları, uyarıları veya gerçekleri gözden kaçırabilİr, Bu durumda kişi, sadece istediği şeye ulaşmaya çalıştığı için mantıklı düşünemez ya da olayların bütününü göremez.
YanıtlaSilHayat kimbilir bu gğne kadar ne işaretler yolladıda okuyamadık... Keşke bu işaretleri deşifre edecek marifetim olsaydı.. Şimdi her çok farklı olurdu.. Farkındalık oluşturan bir yazı olmuş...
YanıtlaSilYorum yok, çünkü anlayana yeterince anlatılıyor..
YanıtlaSilİnsanlar hayatlarında iz ve işaret okuma sürecini o kadar hızlı normalleştiriyorlar ki bir olay özellikle olumsuz bir biçimde açığa çıktığında birdenbire olmuş sanıp şaşırabiliyor, üzülebiliyor veya hayal kırıklığı yaşayabiliyorlar. Buradaki detay hayatın insana sürekli mesaj verdiği ve insanın basite disipline olması gerekliliğidir. İnsanın hayata dair kalıcı olma isteği başta olmak üzere ulaşmayı hedeflediği somut istekleri sürekli ve çok ise; iz ve işareti farkedip irdeleme şansı elbette olmayacak.
YanıtlaSilPatron öyle bir çalışanı neden hak etti acaba.
YanıtlaSilAslında işaretleri okumak kolaymış sadece Biraz irdeleyerek bakmamız gerekiyormuş.
YanıtlaSilKazanma hırsı insanların gözünü kör ediyor o kadar belirti ve emarelere rağmen bakar kör oluyoruz
YanıtlaSilİnsan yaşadığı hayata işaretleri okuya bilseydi çok daha az zararla cıkardı
YanıtlaSilBöyle güzel bir yazı için yorum yok :)
YanıtlaSilİnsanın gönlüne birşey hoş geldiğinde kendisine gelen iz ve işaretleri malesef görmezden geliyor.
YanıtlaSilİnsanın isteğine uyumlu olan bir şey olduğunda olumsuzlukları siliyor. İşte illüzyon da burada başlıyor. İnsan görmek istemiyor bazen gerçekleri ama ertelenen her şey de büyüyor.
YanıtlaSilHırsız, karşısındakine sevimli olmak için her kılığa giriyor ama bir sürü iz bırakıyor ardında.. görmek için de bişeye bağımlı olmamak gerekiyor
YanıtlaSilİşaretleri okumak ustalık istiyor ama okumayı bilende çok rahat ediyor.
YanıtlaSilİnsanlar bazen hata olduğunu bile bile seçimlerini değiştirmezler. Çok istediği bir şeyden vazgeçemez oluyor insanoğlu. Sonunda da bu seçiminden dolayı zarar görüyor.
YanıtlaSilGerçektende zor bir süreç... Hayatın mesajlarını okuyamadığımızda Bu kadar reklam panoları bu kadar sosyal medya bu kardar.. huzur vermiyor ki. her dakka kafamız birşeylerle meşgul ediliyor.
YanıtlaSilisteğimizin çok olduğu yerlerde algımızın kapandığına dair çok güzel bir yazı. elinize sağlık
YanıtlaSilBu işaretten öte göze inen perde olmuş. Çok üzücü ama insan bazen konduramıyorum dediğinde iş işten geçmiş oluyor. Deneyimli olmak için öngörülü olmak için bu kadar tokatlanmaya gerek var mı?
YanıtlaSilBu yazıdan sonra artık bir şeyi çok istediğimde aklıma mustafa ve tarık geliyor hemen :)
YanıtlaSilHayatta karşılaştığımız hikayelerden bir tanesi. İnsan isteklerinin peşinde giderken ona destek olan kişiyi dost bilir ve pek dikkat etmez. Algısı onun iyi olduğu tarafları görmeye meyleder ve diğer taraflarını filtreler.
YanıtlaSilKaleminize sağlık, farkındalık oluşturan, hayatın içinden bir yazı olmuş!
YanıtlaSilEvet, her olay olmadan önce işaretini veriyor ve sonra da mutlaka izi kalıyor hayatımızda! Peki insan bu işaretleri neden görmez ya da görmezden gelir?
Duyguların aktif olduğu yerde, bilinç kapalı olduğundan; insanın gözü görmez, kulağı işitmez olur da ondan!
Rabbim, hepimize bilinç açıklığı verdin dilerim !
Çok iyi bir final olmuş. Tadı damağımızda kaldı hikayenin…
YanıtlaSilYorum yok gerçekten de! Bu gibi insanlardan, olaylardan uzak durabilmek için hayatın yasaları olmazsa olmazımız- bilincimiz de açık olmalı…
Hakkaten yorum yok olmuş ama insan işte tuttuğunu bıraktığın da kaybedeceğini düşünüyor. Belkide gelen giden den daha iyi olacak ama bizim kültüre böyle kefereler gelen gideni aratır diye yazmışlar :)))
YanıtlaSilYazı beni içine aldı, çok üzüldüm. İnsan gerçekten kafasında bir imajı olan birine işaret gelse de o şeyi yakıştırmayıp gerçeği göremeyebiliyor...
YanıtlaSil